Miraç Kandilinin Hatırlattıkları

Miraç Kandilinin Hatırlattıkları

Geçen hafta idrak ettiğimiz, Üstad Said Nursinin tarifi ile “İkinci Leyle-i Kadir hükmünde olan” Miraç Kandilinde her zaman yaptığım gibi 31. sözü okudum ve buna ilaveten bugüne kadar hiç yapmadığım bir şey daha yaptım: İslami modernist diye tarif edebileceğimiz bazı yerli teologların Miraçla alakalı neler yazıp çizdiklerine bir göz attım. Farkettim ki Miraç meselesi, hakkında en çok tartışılan İslami mevzulardan birisi. Son dönemde, geleneksel sünni anlayışa uygun bir Miracın aslında hiç yaşanmadığına dair iddialarda bulunan kitap hacminde reddiyeler de yazılmış. Temelde Miracın varlığını sorgulayan iddiaların dayandığı argümanlar özetle: İsra Suresinde bahsedilen gece yürüyüşü diye ifade edebileceğimiz hadisenin Miraç’tan tamamen farklı bir olay olduğu, Necm suresinde Miraçla alakalı diye zikredilen ayetlerin İsra suresiyle birlikte anılmasının kronolojik olarak mümkün olmayacağı, Miraçtan bahseden hadislerin tenkit ve kritiği ve Miracın bazı kadim ve kitabi olmayan dini inanışlardan İslamiyete intikal etmiş bir hurafe olduğu şeklinde. Hatta Dante’nin İlahi Komedya isimli eserinde Miraç anlatısına benzer tablolar olduğundan yola çıkarak anakronik itirazlar bile yapılmış. Aslında ismi Hakime mazhar,  kendi tabiriyle aklı gözüne inmiş muannidleri bile en zor meselelerde ilzam eden Üstadın, Hikmet-i Miraç ile alakalı: Miracın hikmeti o kadar yüksektir ki fikr-i beşer ulaşamıyor, o kadar derindir ki ona yetişemiyor, o kadar incedir ve latiftir ki akıl kendi başıyla göremiyor” ifadelerine bakılacak olursa işin teolojiye bakan teknik tarafı hariç, idrak edilmesi oldukça güç bir mevzu olduğu anlaşılıyor. 
Lakin modernistlerin hakikat arayışına saygı duymakla birlikte, kendi dinlerine karşı hiçbir endikasyon ve komplikasyon kaygısı taşımadan meselelere tamamen mekanik yaklaşmalarını anlamakta güçlük çekiyorum. Carol Bakhos’un İbrahimin Ailesi isimli kitabında, yalnızca Hz.İbrahimin ehli beyti üzerinden ehli kitabın yaptığı tartışmalara muttali olunca Oryantalizm denilen şeyin, gayrimüslimlerin, müslüman din adamlarının önüne bir sürü problem atarak kendi dünyalarının teolojik sorunlarına ofansif bir tavır oluşturmamalarına matuf icat edilen bir şey olduğunu düşündüm. Bu bizim dünyamızda problem olmadığı anlamına gelmesin. Ama çoğu zaman farkedemediğimiz birşey var, o da hiçbir dinin sahip olmadığı değişmez bir Kutsal Kitap metni. 
Son zamanlarda gerek AKP’nin dini bir meta haline getirip kutsala muhteva olarak bir paçavra kadar kıymet vermemesi, iktidarın peyki haline gelmiş tarikatların sevimliliğini yitirmesi ve gerekse Hizmet Hareketinin içinde bulunduğu kaotik ortam üzerinden Türkiye eksenli deizm hatta ateizm tartışmaları yapılıyor. Üstelik yeni gelişen bu durum protest dini yaklaşımları daha cazip hale getirdi. Pireye kızıp yorgan yakmama adına, müntesiplere göre tavır almak yerine kaynağa odaklanmamız icap ediyor. 
Şarkın kadim sosyal problemlerine kıyasla Batı’nın yaşadığı metamorfoz çoğu zaman gözümüzü kamaştırıyor. Maalesef yitirdiğimiz adaleti, insafı hatta insanlığı kendi kıblemize sırtımızı dönerek bulabildik. Ama bu bütün bütün batı toplumlarının tamamen steril ve problemden azade oldukları anlamına gelmiyor. Konumuz din eksenli olduğundan bir örnekle izah etmeye çalışayım: Ortaokula giden kızım öğretmenlerinin önemli bir kısmının ateist olduğunu söyledi. Bütün bu tartışmalar ışığında bu durumu anlamdırmaya çalışırken kökeni Ehli Kitap olan bir ateistle empati kurmaya çalıştım. Hayalen Ceziretül Araba gidelim. İbni Hacer’e göre Veda Hutbesinde yüzbinin üzerinde sahabe olduğu söyleniyor, bu rakamı abartılı bulanlarda var. Ama diyelim ki meşhur diyebileceğimiz binin üzerinde sahabe olsun ve bunların teker teker hepsinin adıyla anılan binin üzerinde farzı muhal Kur’an olsun. Sonra Hicri 300’lü yıllarda Şam’da bir toplantı yapılsın ve bin olan Kur’an sayısı Dört Halife’nin ismiyle anılmak kaydı şartıyla 4’e düşürülsün ve arada metin farklılıkları olsun. Size iddia edebilirim ki Hristiyanlar kadar dinimize bağlı olacağımızı hiç zannetmiyorum. Eski Ahit için de durum hiç farklı değil. 
Şarkın içine düştüğü derin çukurun faturasını dine çıkarmak yerine bu çukurdan çıkmanın ortak bir yolunu bulmak icap ediyor. Hicri 5 asırdan itibaren süren tedenni terakkiye inkılap edecek mi bilemem ama Üstad yaşasaydı, son ifademdeki yarı ümitsiz ifademe bakıp bana “keçeli sen biraz frengi okumuşsun” derdi. 
Hasılı usulüddine uymayan tüm hurafelere, insanların inançlarını suistimal ederek iradelerini felç eden hertürlü zihniyete karşı mücadele edelim ama bunu insanların kandil gecelerine, Asrı Saadet’e, sahabe efendilerimize dil uzatarak yapmayalım. 

Yorumlar

Popüler Yayınlar