LATİN AMERİKA KABUSU VE KEDİMİZ TOSPİK

 2015 Yılının Aralık ayıydı. Sakarya’da görev yapıyordum o zamanlar. İstanbulda bir akşam vakti İstinyeye davet edildim  ve acilen ülkemi terk etmem gerektiği ve yeni vazife yerimin Dominik Cumhuriyeti olduğu söylendi.  Sakarya’da zor şartlar altında çalışıyorduk. Sürekli polis tarassutunda olduğumuz o kadar aşikardı ki, yine de umursamıyordum. Ama birgün böyle bir durumla yüzleşilebileceğini tahmin ettiğim için hizmet hayatımda hicret de eksik olmasın diye bu durumu arzulamadığımı söylesem yalan olmaz. Gerçi sonraları gönderilme sebebinin yalnızca güvenlik endişesi olmadığını, asıl nedenin her zaman yaptığım “tanrılara” kafa tutmak olduğunu yetkili bir dosttan öğrendim. Lakin detayları yazarsam hem seleflerimi rencide edeceğim, hem de bahane ne olursa olsun deve dişi kabilinden bazı insanların hangi dinamiklerle özgür kalabildiklerini izah etmeleri icabedecek. Herneyse, Dominik’in küçük bir ada ülkesi olduğunu, cemaat açısından stratejik olarak hiçbir anlam ifade etmediğini bildiğim halde, heyecanla Sakarya’ya döndüm ve bizimkilere “Survivor” üzerinden güzel bir reklam yaptım. Hakkını ödeyemem eşim bugüne kadar hiç zorluk çıkarmamıştı. Üstelik Sakarya’ya ailece ev bakmaya gittiğimiz günde, içeriden birisinin ispiyonlamasıyla, kimliğimi tespit maksadıyla İstanbul’a kadar süren polis takibinde onunla beraber çocuklar da arabadaydı ve benimle alakalı endişe duyduklarından yurtdışı tayinine sevinmişlerdi. Birkaç gün içinde Latin Amerika derneğinin temsilcisiyle tanıştık ve oturum, vize gibi teknik detayları konuşmaya başladık. Dominik’in şartlarını bildiğinden,  beni tanıdıktan ve iki küçük çocuğum olduğunu öğrendikten sonra Dr.Ali Efendi Hazretlerinin Türkiye’deki adamına, bahsi geçen ülkenin bizim için uygun olmadığını söylemiş ama muhataplarda insani bir bakış açısı ne zaman oldu ki! Üstelik kaderde Testere filminin serisini çekmek varmış ve yazılan bizi bekliyormuş. Uygun olmama sebebine gelince, benim İspanyolca bilmemem; hizmetin okul gibi oturmuş kurumlarının olmayışı, yaş, çocukların eğitimi vs gibi etkenler. Gerçi Allah selamet versin bizim mübarek Turan ağabey ve muhtereme eşinin savaş muhabiri gibi Libya’ya gönderildikleri düşünülürse diyecek söz bulamıyorum. (Senenin neredeyse 2016 olduğu değerlendirildiğinde,  insafsız oldukları bir yana, olabileceklerle alakalı sıfır vizyonları olduğunun başka bir delili bu türlü kararlar) Her neyse, bana, daha önceki tecrübelere dayanarak Dominikte bireysel oturum başvurusu yapılabildiği ve bu işlemin oldukça kolay olduğu bilgisi verildi ve ben yılbaşına yakın bir tarihte yalnız olarak ABD’ye gittim. Mevcut görevli şahıs kış kampı için oradaymış ve kendisiyle görüştük. Bana 7 Ocakta Dominikte olacağını söyledi ve ben 8’inde gittim. Maalesef ciddi şekilde oturum meselesini soruşturunca, artık bireysel başvurunun sona erdiğini öğrendik ve işlemleri tamamlamak için tekrar Türkiye’ye dönmek zorunda kaldım. 7 şubatta eşimi ve küçük kızımı alıp Türkiye’den tamamen ayrıldık. Büyük kızı ise senesi zayi olmasın diye Çankırı’ya gönderdik. O yıl kızımız bir sınıfı, Yalova da dahil 3 ayrı şehirde tamamladı. Haziran sonu gibi yanımıza gelmiş oldu. Dominik havalimanına adım attığım muhteşem! karşılamayı saymazsak çok güzel zamanlarımız geçti orada. Hakkını ödeyemem, günde 4-5 akşam yemeği hazırlamıştır eşim misafirlere. Kahvaltılar, ikindi çayları hariç. Türkiye’den kaçmak zorunda kalan bir kız kardeşimiz de aylarca bizimle kaldı. Güzel dostluklar kuruldu oranın insanlarıyla. Fakat oturum meselesi bir türlü çözülemedi. Çünkü en son oturumun Türkiye’deki Fahri konsolosluk tarafından, bizatihi giderek  pasaporta vurulması lazım geldiğinde ısrarcı oldular. Bazı uluslararası kurumlara bile başvurduk ama nafile. ABD’deki Dil Festivaline gönderdiğimiz çok mühim bir gazetecinin 15 Temmuzdan birkaç gün sonra vakfa gelip, “benim gazetedeki köşemi biliyorsunuz, buradaki büyükelçiliği karşınıza almamak şartıyla kendinizi müdafaa sadedinde istediğinizi yazın yayınlayacağım” deyip sözünde durmasını asla unutmayacağım. 

15 Temmuz denilen meş’um hadise bütün hesapları altüst etmişti. Oturum alsanız da alamasanız da artık birçok yer güvenli değildi, özellikle Türkiye’de ismi yönetici olarak geçenler için. O gece çok erken saatte oradaki muhatapım olan üniversite öğrencilerine, darbe aleyhtarı ve ülke bütünlüğüne vurgu yapan bir mesaj gönderdim, üstelik bizim gibilere gelen darbeyi meşrulaştırmak için hazırlanmış basın bildirisine rağmen. Artık herkes için hayat daha da zorlaşacaktı, bir de buna muhataplarımızın basiretizliği hatta art niyeti ilave olunca… Ve nihayet küçük bir bisiklet üzerinde garip birisi göründü ve bana “I want to play a game” diyordu.

 25 Temmuzda Kolombiya’ya bir toplantıya çağırdılar. 15 Temmuz’dan sonra Türkiye’den yalandan İnterpole yapılan çalıntı pasaport ihbarları kulağımıza geliyordu. Üstelik bizi toplantıya çağıran zat da aynı duruma düçar olmuştu. Kendisine benim de başıma böyle bir durum gelebileceğine dair ikazda bulunmama rağmen, “Birşey olmaz, gelin” dedi. Haitideki yiğit dostumla Dominikte buluştuk ve Panama aktarmalı Kolombiya bileti aldık. Fakat başıma bir şey gelmesinden endişelendiğimden evlilik cüzdanına kadar ne kadar resimli kimlik varsa yanıma almayı ihmal etmedim, eski pasaportlarım da dahil. Yanımda bir sünnet fotoğrafım eksikti. Uçak Panama City havalimanına inince, kapılar açılmadan “erkek yolcular pasaportlarını ellerine alsın” diye bir anons yapıldı ve Murat Beyle birbirimize baktık. O an yolun sonuna geldik diye düşündüm: Türkiye’den binlerce km uzakta bile huzur yoktu. Uçaktan iner inmez 3 tane İnterpol görevlisi beni durdurdu ve hakkımda çalıntı pasaportla yolculuk yaptığıma dair ihbar olduğunu söylediler. Allahtan yanımda Murat bey vardı da kendimizi düzgün ifade edebildik. Bu ihbarın sahte olduğunu ifade edince ve farklı kimliklerle tezimizi güçlendirince adamların kafası karıştı ve “siz zaten aktarmalı yolcusunuz, sizinle Kolombiya’daki arkadaşlar ilgilensinler” diyerek bizi bıraktılar. Fakat tehlike geçmemişti, peki ya Bogota’da bizi ne bekliyordu? Muhatabım olan bisikletli abiyi aradım, tedirgin oldu, hatta bir ara hat kesilir gibi oldu, yanındakine “bu ihale bize kalacak” kabilinden bir şey söylüyordu. Anlayacağınız derdi benden ziyade kendi idi. Bana Panama’ya sığınmamı söylediler, sağolsun oradaki Mustafa Bey aradı, havalimanına doğru geldiğini söyledi.  Fakat anladım ki bu alelacele alınmış bir karar ve ben ailem orada olduğundan vazife yaptığım ülkeye geri dönmek istediğimi söyledim. Lakin bu gibi durumlarda ülkeden çıkışta problem olmasa da girişte sorun olabiliyordu ama Dominik’in ilkelliğine güveniyordum. Bileti değiştirdik ve yine de her ihtimale karşılık Carlos isminde avukat bir dostumuz havalimanında bizi bekliyordu. Bu arada Cumhurbaşkanına danışmanlık da yapan gazeteci dostumuzdan birkaç telefon açmasını istirham etmiştik. Çok şükür problemsiz bir şekilde geri dönebildim, eve geldiğimde çocukların hiçbir şeyden  haberleri yoktu. Ne yalan söyleyeyim hala havalimanı fobisi geçmedi bende. Bu sefer de tabii ki pasaportum iptal olmuştu, ve ülkeden hareket edemiyordum. Sığınma yollarını araştırdık, yetkililer, uluslararası anlaşmalara imza atmışız ama Türkiye’yi karşımıza almak istemiyoruz diyerek (o dönem Ege menşeli bir holdingin büyük yatırımları vardı orada) geri çevirdiler. Dr.Ali Efendi Hz.leri ile görüştük, İnterpolun Avrupa’daki merkezine dilekçe yazıp beklememizi söyledi. Ben de niçin Avrupa’daki arkadaşlar gidip o kurumun kapısında yatmıyorlar dedim, çünkü başkalarının da başına gelmişti bu durum. 1 ay kadar sonra İnterpol 15 Temmuzdan sonra Türkiye’den yapılan tüm usülsüz başvuruları reddetti ve seyahat engeli kalktı. Bu arada meğer Kolombiya’da Şili’ye görevlendirme yapılacağı tebliğ edilecekmiş  fakat ileride yaşanılanlara bakılacak olursa, oradaki vatandaşa benim artık pasaport problemimden dolayı oralara gelmemin mümkün olmadığı söylenmiş. Entrika, emaneti temellük etme, kutsalın üzerine oturma, düzeysizlik, 3 koyunu güdememe beceriksizliği ve zulüm ne ararsanız var. 

Artık hareket edebileceğimden, beni de yakından takip eden ABD’den profesör bir dostum; zamanında aldığı birkaç evi olduğunu, birisinde oturabileceğimizi ve bir tır alıp ortak çalıştırabileceğimizi söyledi. Bunu muhataba ilettim fakat kabul görmedi. Arkadaşlar Amerikan göçmen dairesi gibi çalışıyorlardı. Sınır devriyesi kabilinden kimin ülkeye gireceğine, kimin giremeyeceğine onlar karar veriyorlardı sanki, fakat o zaman inandığımız değerlere öylesine bağlıydık ki, onlara siz de kim oluyorsunuz diyemedim ve ileride Guam çukuru kadar alçalabileceklerini tahmin edemedim. (O aralar bir de Kanada’dan  bir görev teklifi geldi fakat detayları Testere 2’ye saklıyorum). Ve yeniden Şili’ye hadim olarak gitmem istendi ve Türkiye’den çıkarken yalnızca ulaşıma yetecek kadar para verildiğinden oraya gitmek için bilet param bile yoktu. Beni görevlendirenler de para yok diyorlardı. Kamptakiler ısrarla Şili’ye yönlendirirken, bisikletli abi oraya gitmemi istemiyordu fakat dürüstçe bir cümle bile kuracak haysiyetleri yoktu. Zaten iş ciddiye binince bana Kolombiya’ya gelmemi önerdi, kabul etmeyince Arjantin’de Agop Ağabey gibi insanlarla ilgilenirsin dedi. Madem bu kadar alçalacaklardı, niçin ABD’ye gidip kendi hayatımı kurmama izin vermiyorlardı? Dr. Ali Efendi Hz.lerini aradım ve ben konuşurum muhatabınızla dedi, nihayetinde New Jerseyde yaşayan bir yiğidin kredi kartıyla aldık biletleri ve Ağustos ayında Şili’ye ulaştık ve güneyin en dibinde bulduk kendimizi. Vardığımın ertesi günü Mehmet Yaşa ve Dr.Ali arayıp haydi yeni yeriniz ve göreviniz hayırlı olsun dediler. Fakat kazın ayağı hiç öyle değildi. Ben Brezilya’dan gelen bir iş adamı dostumla beraber talebe evinde kalmaya, çocuklar da kızlarla kalmaya başladılar. Ev tutup, bir düzen kurmak için para lazımdı ama kimse oralı olmuyordu. Üstelik selefim olan vatandaş benden  oradaki kadroya esnaf diye bahsetmiş. Nasıl bir oyunun içine düşmüştük akıl alır gibi değil. Bunlarla yüzleşip, beni sonraları dinleyecek bir tane insan evladı çıkmadı. Adaletsizliğin kitabını yazmış olanların adalet arayışları koca bir yalandan ibaret. Yazacak, konuşacak çok şey var ama ben hikayeme devam edeyim. Birgün Türkiye’den oldukça samimi olduğumuz bir dostumuz beni aradı. Eşini kastederek “dün ablanızla konuştuk, Tayfun abi ne yapar, ne eder, telinizi bulduk arayalım dedik, bir ihtiyacınız var mı” dedi. Durumu anlatınca 7 bin dolar para gönderdi ve biz onunla ev tutup eşya aldık. Daha sonra ben maaşım haricinde hiçbir talepte bulunmadım kimseden. Sonra o dairede Yalova’dan gelen bir çiftle aylarca beraber kaldık. Allahtan misafir odasında küçük bir banyo vardı da çok zorlanmadık. Birgün hanım vakıfta et varsa isteyiver de etli bir yemek yapayım dedi. Gittim ve arkadaşlardan biraz et istedim, talebelerin başındaki arkadaş: “abiye sormam lazım” dedi. Hayatımda hiç bu kadar rencide edildiğimi hatırlamıyorum. Üstelik güya gecikse de birgün bu adamların üstü olacaktım. Gerisini siz tahayyül edin. Her neyse izahsız bir şekilde aylar geçti ve ilk gün hayırlı olsun denilen görev nihayetinde bana tevdi edildi. Ama, zaten 3-5 muhatabın bir kısmıyla sen ilgilenmeye devam et denmiş malum şahsa. Yani bütün bütün kabustan uyanmak mümkün değildi. Tam bir tiyatro oyunuydu oynanan, hani uzayan trajediye komedi deniyormuşya, ya da tam tersi, her neyse işte o cinsten. 

Türkiye’den artık sponsorluk işleri sekteye uğradığından, oradaki arkadaşların geçimini temin etmek için bir şeyler  yapmak gerekiyordu. Şili dünyanın en büyük sebze, meyve ve kuruyemiş üreticilerinden. Hem ABD’deki yeni muhataplarla tanışmak, hem de ceviz vb. şeyler pazarlamak mülahazasıyla Nisan ayında ABD’ye gittim. Tabi yaşadıklarımızdan dolayı, öncesinde ailece psikolojimiz çok bozulmuştu. Bu arada bireysel olarak Kanada vizesine başvurmuştum. Artık Şili cehenneme dönmüştü bizim için. Üstüne üstlük kullandığım 10 mg cipralex bitmişti ve Türkiye’den istedim fakat gümrüğe takıldı. İlaçlarımı bir müddet almamıştım. Uyku nedir unutmuştum. 

Önce Kaliforniya’ya gittim, sonra Atlantaya uğradım, anlaşılan tam “Abi Oto” olaylarının üzerine denk gelmişti, Tahsin fazla muhatap olmadı benimle. Fakat Atlantada iken Kanada vizemin onaylandığına dair mail aldım. Ve nihayet kampa gittim. Tabiri caizse karargah bombalanmış gibiydi. Üstüne üstlük Hefendinin o hali rikkatime çok dokunmuştu. Bir de ilacın rebound etkisinden dolayı iyice tükenmiştim. O gece orada kalamadım. Dr.Kudrete ve oradaki doktora benzer ilaçlar sordum, fakat Hefendiye yetecek kadar var dediler, tek bir ilaç bulamadım. Oradan ayrıldım ve konakladığım yerde gece yarısı çok ciddi bir atak geçirdim. Ertesi günü kardioloğa götürdü arkadaşlar ve ilacı birden bırakmanın etkisi olduğunu söyledi doktor. Kamptaki manzara zaten kimseye merhem olabilecek durumda değildi. Ve Şili’ye geri döndüm. 

Orada okullar yeni açılmıştı. Küçük kızım okula girmemekte ısrar etmiş, birkaç gün bizde misafir kızımız refakat etmiş ona fakat bunun üzerinde detaylı düşünecek ne aklımız ne de dermanımız kalmıştı. Ben vakıftayken hanım aradı ve kızın yine problem çıkardığını söyledi, kendisine beni çağırma, ruh halim iyi değil dememe rağmen, aciz kaldığından ısrar etti ve çok yakın olduğundan yürüyerek gittim. Kızımı ikna etmeye çalıştım fakat ağlıyordu. Orada bir mütevelli ağabeyin eşi de çocuğunu okula getirmiş ve olaya şahit oldu. Kız girmek istemeyince eve gidelim dedik ve okulun kapısı caddeye bakıyordu, kızımı biraz sırt çantasından itekledim ve az kalsın caddeye yuvarlanacaktı, kaldırıma düştü. Eve gittik ve o gün aralıklı olarak sabaha kadar ağladım. Üstelik ablaya da mahçup olmuştuk. Ertesi gün okuldan beni çağırdılar, ve yönetici çocuklarıma evde de şiddet uygulayıp uygulamadığımı sordu ve eve geldiğimde hanıma ve çocuklara “biz buraya islamı ve hizmeti temsil için geldik ve artık temsil kabiliyetimiz kalmadı” dedim ve Mayıs sonunda ülkeden ayrıldık. 

Mevzunun başlığa konu olan kedimiz Tospik Efendi ile ne alakası var diyeceksiniz! Bana hastalık teşhisi konulup hastanede yattığım dönemde, çocuklar aşırı duygusallığın da tesiriyle evde 2 dişi kedimiz olmasına rağmen, internette, sokakta kalmış, üstüne üstlük eziyet görmüş bir kediye denk gelmişler. Ve bana bunu da evlat edinmek istediklerini ama zor durumda olduğundan kendisiyle ilgilenen vakfın ancak kendilerine güvenirlerse teslim edeceklerini söylediler. Hayvancağız kimseye güvenmiyormuş. Belki de ona sahip çıkmayı benim kurtuluşum için bir vesile olarak görmüşlerdi bizimkiler. Hayvanı sonunda bize emanet ettiler ve eve getirdik. 1 aya yakın yatağın altından çıkmadı. Şimdilerde çok iyi ama ilk aldığımız kızımız onu ne zaman yalnız yakalasa kovalayıp dövmeye çalışıyor. Biz ise hiçbirinin canı yanmasın diye trafik polisliği yapıyoruz ailece. Birisi odada iken diğeri salonda duruyor ve buna epey uğraş veriyoruz. Çünkü onlar bize Allah’ın emaneti. Ama bizi çoluk çocuk oradan oraya sürükleyenlerin gözünde benim ve ailemin kedimiz Tospik kadar kıymetimiz yoktu. Ama onlar şimdi şeytanın desteğiyle “bu zaten fitneci” diyerek kendilerini rahatlatıyorlar. Eğer şeytana oyuncak olmasalardı, arayıp bir helallik isterlerdi. (To be continued)

Yorumlar

  1. Sadece yaşadıklarınız için gerçekten üzgünüm diyebiliyorum. Sağlık ve afiyette olmanızı diliyorum.

    YanıtlaSil
  2. Abi insallah hem eski sihhatinize hem de mental sagliginiza kavusursunuz. Zor gunler gecirmissiniz. Ailenizle huzurlu bir hayat surersiniz umarim Kanada’da.

    YanıtlaSil
  3. Amin Allah razı olsun

    YanıtlaSil
  4. Şunu yazmanız en iyi ihtimalle -Kahrolasi abilik- denen aforizmadan çokça uzaklastiginizin göstergesi. Niyetim burda size laf giydirmek değil. Genel olarak içinden çıktığımız toplum gibiyiz hepimiz. Ne fazla ne eksik.
    Siz gibi vazife yapmış insanların kendi adı ile Online olması Gözlerimizin bugusunu silmek babında güzel oluyor. Hareketin şeffaflaşmasında bi nevi -tersten de olsa- payınız var. 👏

    YanıtlaSil
  5. Tayfun abi geçmiş olsun.Rabbim başka keder vermesin.Ben abd de yaşıyorum.Sizi mümkün mertebe takip ediyorum. Sizi buralarda tanıyan sizden sitayişle bahseden bir kardeşimiz var.İmkan olursa yakından tanışmak isterim. Hatta yardımcı olmak isterim. Ne zaman gelmek isterseniz burada bir kapınız olduğunu bilmenizi isterim. Selamlar. Allaha emanet olunuz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok sağolun ben de memnun olurum tunatayfun@aol.com

      Sil
  6. cok gecmis olsun

    YanıtlaSil
  7. biz her zaman gucumuzun yettigi olcude yaninizdayiz Ottawa:)

    YanıtlaSil
  8. Allah razı olsun:)

    YanıtlaSil
  9. Rabbim sağlık sıhhat versin abi. Doğruyu söylemek cesaret, dinlemek vicdan ve yürek ister. Tayin ile insanları kendilerince cezalandırdıklarını sanan ahmaklar ile ötede hesaplaşmak dileğiyle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Amin cümlemize Allah razı olsun

      Sil
  10. Baslik bence tam oturmus. Maalesef cok acikli seyler yasanmis hem de aile olarak. Insh travmalari atlatirsiniz. Allah yar ve yardimciniz olsun. Obur tarafta mukafatini alirsiniz. Diger yaziyi bekliyoruz.

    YanıtlaSil
  11. bence bu garip zamanlarda herşeye rağmen şanslı taraftasınız.ya tayin kararı verenlerden olsaydınız haliniz nice olurdu.

    YanıtlaSil
  12. Ah be tayfun o beyaz tilkinin kuyruğu yok mu '''
    Rabbım yardımcın olsun

    YanıtlaSil
  13. Bizim şeytanlarımız, süfyan dediğimiz adamın destekçilerinden daha şedit. Bundan emin olun. Ben bu kadar sefih ruhların gareziyle hasediyle 3 kuruşluk tuttuklar köşeleri kaptırmamak adına yaptıkları rezillikleri gördükten sonra tüm bildiğim ezberlere tövbe ettim. Yusuf Kenan

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Keşke yanılsak ama maalesef durum vahim

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar