Sen Kaç Birimsin Be Adam

-Sen kaç birimsin be adam diye bağırdı muhatabına mağrurane bir tavırla! -Soruyu anlayamamış olan mütevazi genç: kusura bakmayın dedi, boyumu mu soruyorsunuz yoksa kilomu mu diye cevap verdi. Üstelik soru soran şahsın hangi cüretle böyle bir üslup kullandığına da bir anlam verememişti. Üstüne üstlük karşısındakinin bıyığı bile yoktu. -Cevabın sığlığı karşısında şaşıran mağrur adam, istihza ile: “anlaşıldı, sen şu işportacı ekiptensin. Boşver dedi, bilmemen daha iyi. Siz işinize devam edin! Zaten sizin vazifeniz bize yani asıl misyona sütre olmak. -Anlamadım dedi genç adam: misyonumuz insanlara Allahı sevdirmek değil mi? Daha mühim bir iş mi var ki, bana işportacı yakıştırmasında bulundunuz? -Sen anlamazsın! diye çıkıştı mağrurluğundan taviz vermeden. Biz olmasak, sizin olmanızın hiçbir anlamı yok. Üstelik birgün herşey yok edilebilir ama bize kimse dokunamaz. -Hayretini gizlemeyen genç, cesaretini toplayıp sordu: Sizin bu iddialarınızın kaynağı nedir? Hangi cüretle bunları söyleyebiliyorsunuz? -Abilerine sor söylesin. Biz bu davanın asıl evlatlarıyız. Sizin gibiler ise ancak ve ancak figüran olabilir. Zaten bütün sekreterya işini biz yaparız. Sizin abileriniz büyük salonda herkesle beraber sohbet dinlerler, biz sohbetten sonra has odaya geçeriz. Gün gelecek ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksın. -Anlarmıyım, anlamazmıyım bilmem ama, bildiğim birşey var. Neye hakettiğinden fazla kıymet verilirse, hatta bu dava arkadaşlarını küçük görme pahasına yapılırsa, bu imkanların kaderin eliyle elinizden alınmasından korkarım. Hatta aynı kubbe altında bulunduğumuzdan dolayı, o kubbenin hepimizin üzerine yıkılmasından endişe ederim dedi ve oradan inkisarla ayrıldı bilge genç... Marksistlerin “sınıfsız toplum” hayali bir ütopya olsa da, belki de geçici ve aldatıcı bir meta olan ve insanın kendi eliyle başına açtığı dertlerle malemal dünya hayatının cennete en çok yakınlaştığı dönem olan “Asrı Saadet’i” örnek alıp, “ikinci diriliş” söylemiyle o güzide umranı yeniden inşa etmeye çalışan bir toplulukla alakalı ideal beklentilere girmek çok da absürt olmasa gerek. Fakat ne yalan söyleyeyim, Hocaefendi’yi ziyarete ne zaman gittiysem, hissettiklerim mutlulukla beraber çoğu zaman hayal kırıklığı oldu. Kastettiğim insanlara kaba davranılması, herkese eleman diye hitap edilmesi falan değil. Gerçi cennete gidersek ve Hocaefendi’nin etrafında yine bu adamlar olursa kesin cingar çıkarırım diye söylendiğim olmuştur ama bahse konu olan mesele daha farklı. Oradaki kast sistemini andıran manzarayı her gördüğümde kendime, acaba yanlışlıkla Hindistan uçağına falan mı bindim, ya da Hocaefendi’nin kökeni İmamı Rabbaniye dayanıyor olabilir mi tarzı sorular sormadan edemedim. Kampta molla kıyafeti giymiş ama bıyıkları olmadığından molla olmadıkları belli, ayrıcalıklı birileri göze çarpıyordu daima. İkindi sohbetinden sonra geçiş üstünlükleri olduğundan dolayı Hocaefendi’nin peşi sıra mahrem bölüme girebilen gizemli adamlardı bunlar. Belli ki biz cami avlusundan toplanılmış ya da leyleklerin getirdiği sıradan insanlar iken, onlar muhtemelen babaları sürekli fosfor içerikli balık ya da protein tükettiklerinden dolayı, sağlıklı spermlerden türemiş ve evrimlerini tamamlamış özel yaratıklardı. Aslında bu adamlarla çoğu zaman yaptığımız işlerden dolayı yolumuz kesişiyordu. Zaten asıl problem de oradaydı. Benim için bir muamma değillerdi. Bir ilahiyat profesörünün dediği gibi “lafzilik” hastalığına tutulmuş, Hocaefendi’nin 50 yıllık sergüzeşti hayatında sarfettiği milyon cümlenin içinden özenle seçilen 3 cümleyle kendilerine geniş bir meşruiyet alanı açmış ve başkalarını sadece aksesuar olarak gören tehlikeli bir zihniyete sahip ezoterik arkadaşlardı. Fakat zihnimi kemiren şey hep şu oldu: Gerçekten Hocaefendi, onların iddia ettiği gibi mi düşünüyordu, yoksa bu insanlar bazı hassasiyetleri kullanıp kendilerine ayrıcalıklı bir dünya mı kurmuşlardı. Bunu asla öğrenemeyeceğiz ama bildiğim birşey var, yıllardır birçok mecliste ısrarla ifade ettiğim gibi, bu anlayış arkadaşlarımızın bir çoğunun gıpta damarını tahrik etmekteydi, bu durum ise ihlas düsturlarına münafi idi. İhlas zedelendi, bereket ve inayet ise... işte bundan sonrası beni aşar...

Yorumlar

  1. bu çaplı ciddi bir sıkıntıyı, ki bu problem mutlaka tüm sistemin işleyişine negatif yansıyacaktır, eğer müsebbibi bilinçli olarak kendisi değilse, fark edemeyen Hoca Efendi, göstereceğiniz insani saygı mahfuz, kutsiyet atfetmeyi ve takibi hak ediyor mu acaba?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ivanco, sen gölge etmezsen Hocaefendi bir şey kaybetmez emin ol.

      Sil
    2. İvanco bir şey sormuş , düşük profilli bir arkadaşta onu hizaya getirmeye çalışıyor. Bu cemaatten bi cacık olmaz.

      Sil
  2. Aaahhhh o fosforlular aaahhhh....

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar