Tarafgirlik ve Mihenk
Zaman zaman oryantalist bir hava sezilse de, hakikat arayışının cesurca bir çabası diye nitelendirebileceğim Kıtalar Arası’nda neşredilen, Ahmet Kuru’nun Hocaefendi’yi hedef alan overdose makalesinden sonra, eli klavye tutan cemaatçi arkadaşların mezkur sitede yayınlanan hemen hemen her neşriyata karşı yazma ihtiyacı hissettikleri reddiyeleri okudukça: “arkadaşlar şu Fildişi kulenin anahtarını verin de bir tur da ben çıkayım” demek geliyor içimden.
“Habermas Risale-i Nurlardan etkilenmiş, Max Weber yaşasaydı cemaatçi olurdu, Foucoult’a maklube ikram etmeyi ne de çok isterdim, Kant ise Hocaefendi’nin söylediğinin aksine, daha bir Erdoğancı gibi duruyor tadında kaleme alınan yazılar bunlar. Hele bir de Veysel Ayhan’ın sembolik bir üslupla kaleme aldığı bir yazı dizisi vardı ki, “Aslında bu Filibeli Ahmed Hilmi iyi adam ama keşke A’mak-ı Hayalin kapağını kaldırmasaydım” dedirtecek türdendi. Sanırım bu yazar arkadaşlar, asıl problemi bilmediklerinden ya da mutfağa uğramadan restorantta yemek yeyip üstelik hesabı ödemeden çıktıklarından dolayı yapmıyorlar bunları. Meseleyi muğlaklığa boğarak, sonunda okuyucuya: “Habermas abi de öyle diyorsa, bize birşey demek düşmez, o zaman problem yok. Hadi biz gidelim halı, parke döşemeye, uber yapmaya devam edelim” dedirtmeye çalışıyorlar ya da tarafgirlik onların kanatlarından bir tanesini kırıp atmış ve hakikate doğru pervaz etmekte zorlanıyorlar.
Kimsenin emeğini, yaladığı mürekkebi, ezdiği klavye tuşlarını hafife almaya niyetim yok. Veysel bey müstesna, üstelik bu arkadaşlarımız kadar Google’da search etmesini de bilmiyorum. Haberması ise siyaset bilimi mastırı yaptığım yıllardan hayal meyal hatırlıyorum. Zaten ben hiç teorisyen olmadım, boynunda stetoskop dolaşanlardan birisiydim. Hani şu cemaatin sokak çocukları vardıya, işte onlardan. Özetle, büyüklere “bu niçin?” diye sorduğunda, “Arkadaşlar, sizden istediklerimiz taabbudi işler, zaten biz büyükler bunun istişaresini yaptık, Kabe’yi tavaf etmenin bir anlamı var mı, dönün işte” denilenlerdendik biz. Bu arada kimse: “şimdi problem konuşma zamanı mı, deprem oldu, enkazdan adam çıkarmak lazım” gibi teşbihler üzerinden ajitasyon yapmasın. Samimi olalım, çünkü geçmişte de konuşmaya izin yoktu. İzin olsaydı, ya da biz daha cesur olabilseydik, belki de faylar bu şiddette kırılmayacaktı.
Esas meseleye dönecek olursak, eğer sosyolojinin de sair ilimler gibi sabiteleri varsa, ve maruz kaldığımız bunca problem bir realite ise, “biz cari kanunların hangisine muhalefet ettik de bunlar başımıza geldi” diye sormayacak mıyız? Büyükler Hızır olmamalarına rağmen, Hızır edasıyla, aklımızın almadığı şeyler yapmaya devam ederlerken, biz Hz.Musa kadar da mı merak edemeyeceğiz? Paradigma’da rasyonaliteyle örtüşmeyen ve acilen güncellenmesi gereken hiç mi bir bölüm yok? Seçilmişlik, Mehdiyet, Mesihiyet, Süfyan gibi subjektif kavramlar üzerinden mi okuyacağız gerçekleri?
Bence hepimiz Bediüzamanın şu sözlerini bir kez daha düşünmeliyiz:
“Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Hatta benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz.
İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.”
Tabiri caizse Bediüzzamanın izdüşümü diyebileceğimiz Hocaefendi ise yeryüzü mirasçılarının vasıflarını tarif ettiği başyazıda, benzer mazmunla alakalı olarak:
“Öyleyse, bugün farklı dünyalara doğru yürürken hem başkalarına karşı olan tavırlarımızda, hem kendi benlik ve hırslarımız açısından biraz daha hür düşünceli ve hür iradeli olmalıyız.. evet, bugün her şeyden ziyade hür düşünceyi kucaklayabilen, ilme ve ilmî araştırmalara açık olabilen, kâinâttan hayata uzanan çizgide Kur'ân ve Sünnetullah arasındaki mutabakatı sezebilen engin sinelere ihtiyaç var” diyor.
İşin sahipleri bizi düşünmeye, kritize etmeye hatta müspet muhalefete yönlendirirken, biz ısrarla Bediüzzaman sonrası Nurcuların düştüğü vartaya düşüp marjinalleşmek için niçin çaba gösteriyoruz? Münafık, fitneci hatta kafası karışık gibi argümanları, üstelik dini değil de siyasi akla göre kullanıp, insanları kategorize etmenin ne kadar tehlikeli bir oyun olduğunun bir an evvel farkına varılmazsa, gayrimemnunlar kitlesi hızla büyümeye devam edecek ve hafizanallah Hocaefendi’nin dediği gibi “gayrimemnunların kurduğu bir tane bile medeniyet yoktur, ama yıktıkları çok umran” vardır acı gerçeğiyle karşı karşıya kalacağız.
Tarihi olarak kritiği yapılabilir ama hattatlar ne kadar direnirse dirensin matbaa kurulacak ve metamorfoz gerçekleşip kelebek kozasını delecek. Buna muhalefet edenler ise kendi ezoterik dünyalarına hapsolup kalacaklar. Üstelik eğer siz bir Hafız Osman, Şeyh Hamidullah, Mustafa Rakım ya da Sami Efendi gibi hattatlarsanız, korkmayın matbaa sizi işsiz bırakmaz.
Tayfun Tuna
“Habermas Risale-i Nurlardan etkilenmiş, Max Weber yaşasaydı cemaatçi olurdu, Foucoult’a maklube ikram etmeyi ne de çok isterdim, Kant ise Hocaefendi’nin söylediğinin aksine, daha bir Erdoğancı gibi duruyor tadında kaleme alınan yazılar bunlar. Hele bir de Veysel Ayhan’ın sembolik bir üslupla kaleme aldığı bir yazı dizisi vardı ki, “Aslında bu Filibeli Ahmed Hilmi iyi adam ama keşke A’mak-ı Hayalin kapağını kaldırmasaydım” dedirtecek türdendi. Sanırım bu yazar arkadaşlar, asıl problemi bilmediklerinden ya da mutfağa uğramadan restorantta yemek yeyip üstelik hesabı ödemeden çıktıklarından dolayı yapmıyorlar bunları. Meseleyi muğlaklığa boğarak, sonunda okuyucuya: “Habermas abi de öyle diyorsa, bize birşey demek düşmez, o zaman problem yok. Hadi biz gidelim halı, parke döşemeye, uber yapmaya devam edelim” dedirtmeye çalışıyorlar ya da tarafgirlik onların kanatlarından bir tanesini kırıp atmış ve hakikate doğru pervaz etmekte zorlanıyorlar.
Kimsenin emeğini, yaladığı mürekkebi, ezdiği klavye tuşlarını hafife almaya niyetim yok. Veysel bey müstesna, üstelik bu arkadaşlarımız kadar Google’da search etmesini de bilmiyorum. Haberması ise siyaset bilimi mastırı yaptığım yıllardan hayal meyal hatırlıyorum. Zaten ben hiç teorisyen olmadım, boynunda stetoskop dolaşanlardan birisiydim. Hani şu cemaatin sokak çocukları vardıya, işte onlardan. Özetle, büyüklere “bu niçin?” diye sorduğunda, “Arkadaşlar, sizden istediklerimiz taabbudi işler, zaten biz büyükler bunun istişaresini yaptık, Kabe’yi tavaf etmenin bir anlamı var mı, dönün işte” denilenlerdendik biz. Bu arada kimse: “şimdi problem konuşma zamanı mı, deprem oldu, enkazdan adam çıkarmak lazım” gibi teşbihler üzerinden ajitasyon yapmasın. Samimi olalım, çünkü geçmişte de konuşmaya izin yoktu. İzin olsaydı, ya da biz daha cesur olabilseydik, belki de faylar bu şiddette kırılmayacaktı.
Esas meseleye dönecek olursak, eğer sosyolojinin de sair ilimler gibi sabiteleri varsa, ve maruz kaldığımız bunca problem bir realite ise, “biz cari kanunların hangisine muhalefet ettik de bunlar başımıza geldi” diye sormayacak mıyız? Büyükler Hızır olmamalarına rağmen, Hızır edasıyla, aklımızın almadığı şeyler yapmaya devam ederlerken, biz Hz.Musa kadar da mı merak edemeyeceğiz? Paradigma’da rasyonaliteyle örtüşmeyen ve acilen güncellenmesi gereken hiç mi bir bölüm yok? Seçilmişlik, Mehdiyet, Mesihiyet, Süfyan gibi subjektif kavramlar üzerinden mi okuyacağız gerçekleri?
Bence hepimiz Bediüzamanın şu sözlerini bir kez daha düşünmeliyiz:
“Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Hatta benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz.
İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.”
Tabiri caizse Bediüzzamanın izdüşümü diyebileceğimiz Hocaefendi ise yeryüzü mirasçılarının vasıflarını tarif ettiği başyazıda, benzer mazmunla alakalı olarak:
“Öyleyse, bugün farklı dünyalara doğru yürürken hem başkalarına karşı olan tavırlarımızda, hem kendi benlik ve hırslarımız açısından biraz daha hür düşünceli ve hür iradeli olmalıyız.. evet, bugün her şeyden ziyade hür düşünceyi kucaklayabilen, ilme ve ilmî araştırmalara açık olabilen, kâinâttan hayata uzanan çizgide Kur'ân ve Sünnetullah arasındaki mutabakatı sezebilen engin sinelere ihtiyaç var” diyor.
İşin sahipleri bizi düşünmeye, kritize etmeye hatta müspet muhalefete yönlendirirken, biz ısrarla Bediüzzaman sonrası Nurcuların düştüğü vartaya düşüp marjinalleşmek için niçin çaba gösteriyoruz? Münafık, fitneci hatta kafası karışık gibi argümanları, üstelik dini değil de siyasi akla göre kullanıp, insanları kategorize etmenin ne kadar tehlikeli bir oyun olduğunun bir an evvel farkına varılmazsa, gayrimemnunlar kitlesi hızla büyümeye devam edecek ve hafizanallah Hocaefendi’nin dediği gibi “gayrimemnunların kurduğu bir tane bile medeniyet yoktur, ama yıktıkları çok umran” vardır acı gerçeğiyle karşı karşıya kalacağız.
Tarihi olarak kritiği yapılabilir ama hattatlar ne kadar direnirse dirensin matbaa kurulacak ve metamorfoz gerçekleşip kelebek kozasını delecek. Buna muhalefet edenler ise kendi ezoterik dünyalarına hapsolup kalacaklar. Üstelik eğer siz bir Hafız Osman, Şeyh Hamidullah, Mustafa Rakım ya da Sami Efendi gibi hattatlarsanız, korkmayın matbaa sizi işsiz bırakmaz.
Tayfun Tuna
Yorumlar
Yorum Gönder